KARTMİN

21 Şubat 2010 Pazar

HZ ALİ NİN FAZİLETLERİ


Hz.Peygamber buyuruyor :
Tamam insanlar ve cinler, senin fazîletlerini tamamlayamazlar, öyle ise biz nasıl onun fazîletlerini tamamlayabiliriz.

Tarihler boyunca yazan, ünlü müfessirler naklediyorlar ki:
Eğer denizler mürekkep, bütün ağaçlar kâlem olsa, Âdem oğulları yazıcı olsalar, cin tayfası da hesap tutsalar; Yâ Ali, senin fazîletlerini tamamlayamazlar.

Yine müfessirler diyor ki:
İmâm-ı Ali yi seven saadete erişmiştir, ona düşman bulunan şakî dir, her türlü günahı işleyen hayduttur. İmâm-ı Ali yi sevmek îmandan gelir, ona düşmanlık küfür ve nifâktandır.

Hz.Ali; Kerem sahibi, cömert, âlî-cenâb, âdil, ziyadesiyle merhametli, re y ve tedbir sahibi, asla doğruluktan ayrılmaz; hıyânet, kin, garez, gizli husûmet bilmez, gıll ü gışştan âzâde, güler yüzlü, mizah ve lâtifeyi sever, cesur, şecâat sahibi, fevkalâde fasâhât ve belâgata ve telâkat-i lisana mâlik; edib, şair ve zamanın bütün ilmine vakıf bir zât olup, batını ilimle de mücehhez idi.

İslâm olarak doğan, dâvete ilk uyan ve erkeklerden ilk Müslüman olan, Hicret ten önce ve Hicret gecesi, canını Hz.Resûlullah a fedâ etmeyi, şükür secdesine kapanarak kabûl eden; Bedir de, Uhud da, Hendek te ve yapılan bütün savaşlarda, İslâm ı yücelten, Hayber i alan Hz.Ali dir.

Hz.Peygamber i yıkayan, defneden ve ancak İslâm ın bölünmemesi için sabreden, Hz.Ali dir.

Kendisinden önceki o makama geçenlerin sayısız mal varlıklarına karşı, halîfeliğinde; Şam ülkesinden başka, bütün İslâm diyarına hüküm yürüten, fakat Hak ka kavuştuğunda ancak dört yüz dirhemi olan Hz.Ali dir.

Geçiminde kendini taklide kalkışana; Ben mü minlerin emîriyim; onların en yoksulunun geçindiği gibi geçinmek zorundayım buyuran, kışın ısınmak için sırtına attığı köhne kadife parçasını bile, Beyt ül-mâl den almayıp, Medine den getirten Hz.Ali dir.

Kuru ekmeği yemeye çalıştığını görüp şaşıranlara; Hz.Resûlullah bundan daha katısını yerdi diyen Hz.Ali dir.

Hz.Ali ancak ulvî fikir, prensip ve kutsal dava için, doğruluk uğruna cenk ederdi. Hatta icap ettikçe İslâmiyet için, Hz.Peygamber için, canını fedâ etmekten katiyyen çekinmezdi.

Hz.Ali, binlerce insan kendisine tâbi olduğu halde, hilâfet makamına geçmek için kılıç çekmedi, yani Zülfekâr ını kullanmadı. Zira o sabırlı bir kahraman, fedakâr bir cengaverdi ve feragat sahibi idi.

Hz.Ali, tek İslâmiyet sarsılmasında, varsın kendi sarih hakkı çiğnensin diye düşünüyordu.

Hz.Ali ne mala, ne mevkiye, ne makama ve ne de dünyaya önem vermezdi. Katiyyen ihtirâs sahibi değildi.

Hz.Peygamber; Ben Kur ân ın inişi üzerinde, onu kabul ettirmek için savaşmadayım; Ali ise onun te vili için, hükmünün gereğini bildirmek için savaşır buyurmuşlar; O nun, bey atinden dönenlerle, gerçekten sapıp zulmedenlerle ve ok yaydan çıkar gibi dinden çıkanlarla savaşacağını söylemişlerdir. Hz.Ali de bunu, Hz.Resûl den rivâyet etmiştir.

Hz.Ali; Cemel savaşında bey atinden dönenlerle, Sıffıyn savaşında gerçekten sapıp zulmedenlerle, Nehrevan savaşında da dinden dönenlerle savaşmıştı.
Hz.Ali en yüce makam olan şehâdet makamına ermiş, canından fazla sevdiği Hz.Resûlullah a kavuşmuştu.

Ehl-i Beyt ve Hz.Ali düşmanı olan Muâviye bir gün; Hz.Ali yi sevenlerden Dırâr a ısrarla; Ali yi bana anlat demişti.

Dırâr söze başladı:
Onun yüceliğine bir son, ululuğuna bir sınır yoktu. Gücü kuvveti çetindi; sözü kesindi. Adâletle hükmederdi. Her yanından bilgi fışkırırdı. Sözünden hikmet dile gelir, coşardı.

Dünyadan, dünya lezzetlerinden çekinirdi. Gece garibliğiyle esenleşirdi. Çok ağlardı, uzun düşünürdü. En değersiz elbise giyer, en değersiz şeyleri yerdi. İçimizden birisi gibiydi; o kadar yakındık ona; yine de heybetinden söz söyleyemezdik. Din ehlini ağırlar, yoksullarla düşer kalkardı. Kuvvetli, o varken kötülük edemez, zayıf adâletinden me yus olmazdı. Bazı vakitler gördüm, yasa batanlar gibi ağlar; «Ey dünya» derdi; «Benden başkasını aldat; ömrün kısadır senin, değerin az. Âh âh, azığın azlığından, yolun uzunluğundan, yatılacak yerin katılığından , varılacak yerin ululuğundan»

Bu sözleri duyan, ne düşündü acaba? Kendisini, yaptıklarını, yaşayışını, gözünün önüne getirebildi mi?

Hz.Ali nin vasıflarını yazmaya, seciyyelerini sayıp dökmeye kalkışsak, sonu gelmez bir kitap olur; yine de Hz.Ali nin övgüsü olmaz bu kitap. Hz.Ali yi öven, Hz.Ali nin kadrince değil, ancak kendi kadrince över.

Biz de burada Hz.Ali nin yüce kişiliği ve fazîletleri hakkında yazılanlardan bir kısmını, kısa bölümler halinde aktarmak istiyoruz.

Şecâatı
Hz.İmâm-ı Ali savaş meydanına ayak attı mı, karşısındaki babayiğitlerin göğüsleri daralır, renkleri sararırdı. Hz.Ali nin darbeleri kendisine mahsustu. Büyük kahramanlardan bir kısmı, onun bir darbesiyle can vermişlerdi.

İbn-i Hadit, Sait ten naklen diyor ki;
Ali Aleyhisselâm demirden dağdır, kâfir ve münâfıklar için tehlikeli idi. Müslümanların izzetini, müşriklerin zilletini Cenâb-ı Hak, İmâm-ı Ali nin eline bırakmıştı. Ali Aleyhisselâm ın şecâatı, putperestliğin ortadan kalkmasına sebep oldu.

Bu sebepten Hz.Peygamber buyuruyor:
-Eğer Ali nin Zülfekâr ının darbesi olmasaydı, İslâm ayakta kalamazdı.

Zübeyr bin Avm diyor ki:
Hiçbir savaşta kimseden korkmadım ve çekinmedim. Ancak Ali nin karşısına çıkınca onun şiddet ve vahşetinden kendimi kaybeder gibi oluyordum. Onun reşâdeti ve savaşlardaki babayiğitliği herkesi hayret ve taaccüpte bırakıyordu.

Uhud Savaşında, Hendek Savaşında ve Hayber de; babayiğitlerin, kahramanların öldürülmesi, Hz.Ali nin şecâatini herkese tanıttı. Hicret gecesi, Hz.Peygamber in yatağında korkmadan tek başına yatması, onun şecâatini göstermez mi?

Hz.Ali, savaş meydanlarında düşmanına ancak bir darbe vururdu. İkinciye lüzum görmezdi. Bir darbesi ile karşısındaki pehlivanların pek çoğu yıkılmıştır. Ölse de, ölmese de ikinci defa kılıç vurmazdı.

Sabrı ve Hilmi
Hz.Ali nin sabrı ve hilmi nefsinin üstün sıfatlarındandır. Bütün dertlerin teskini sabır ile biter. Sabır hakkında Cenâb-ı Hak, Kur ân-ı Kerîm de; Muhakkak Allah sabredenleri sever buyurmuşlardır.

Hz.Ali, her yönü ile hilim sahibi ve sabırlı idi. Onun hareketleri âdilane idi. Sabretmesi ile dâimâ zaferi elde ederdi. Her kaza ve her savaşta sabrederdi. Her kim sabrederse zafer bulur sözü gereği; doğru işlerde dâimâ sabrederdi, fakat gerçek karşısında hiçbir hadisede, hiçbir kimseden korkusu yoktu. Cenâb-ı Hak kın sabredenlerle beraber olduğunu bilirdi.

Hz.Ali nin hilmi; Hak kın ihyası, din ve mezhebin ileri gitmesi içindi. Hz.Ali, kendi vasiyyetinde de çocuklarını sabre davet etmişti. Halkı da sabre davet ederdi. Hatta savaşlarda da evvela sabreder, düşman tecavüzünü aleni olarak meydana vuruncaya kadar beklerdi.

Bütün savaşlarda açlığa ve susuzluğa sabrederdi. Meşakkatli işlerde de, tahammül ederdi. Hilâfet fitnesinde Hz.Resûl, ona sabır tavsiye etmişti. İslâmiyetin muhafazası için tam 25 yıl sabretmişlerdi.

Sahâveti (Cömertliği)
Sahâvet, bahşiş ve muhabbet, fertler arasında cazibeli bir duygu uyandırır. Hz.Ali bütün hayatı boyunca, gençlik ve ihtiyarlığında bahşiş ve sahâveti son hadde getirmişti.

Bir gün mübaşirlerden biri mülkünün aidatını Hz.İmâm-ı Ali ye getirmişti. Hz.İmâm-ı Ali hemen bu paranın hepsini fukaraya taksim etti. Aynı adam, aynı günde Hz.İmâm-ı Ali yi çarşıda gördü. Ailesinin akşam yemeğini tedarik için, kılıçlarından birisini çarşıda satılığa çıkarmıştı.

Hz.Ali, asla kimseyi geri çevirmezdi: Bir kimsenin, benden bir şey isteyeceğini hissettiğim anda, o izhâr etmeden ben elimi ona uzatırdım demiştir.

Hz.Ali nin bir zamanlar cebinde ancak dört dinarı vardı; birini gece, birini gündüz, birini aleni, birini de gizli olarak fakirlere vermişti.

Hz.Ali, rükû halinde iken parmağındaki kıymetli yüzüğü aç bir fakire bağışlamıştı. Bu olaylardan dolayı âyetler nâzil olmuştur.

Bir gün, kendi hizmetkârı Kamber ile çarşıya gitti. İki gömlek satın aldı. İyisini ve yenisini Kamber e verdi, eskisini de kendisi giydi.

Hz.Ali nin sahâvetleri pek çoktur. Yukarıda anlatılanlar, bunlardan sadece bir kısmıdır.

Yiyeceği ve Giyeceği
Hz.İmâm-ı Ali nin yiyeceği oldukça sade ve az miktarda idi. Ekseriye yediği arpa ekmeği idi ki, kabuğunu ayırmazdı. Hz.Ali ilk üç halîfe döneminde gündüzleri ve hatta geceleri çalışırdı. Tarlalarda, bağlarda ve hurma bahçelerinde; ağaçlara su verir ve bahçeleri bellerdi. Bir gün Adîy bin Hatem, Hz.İmâm-ı Ali nin yanına geldi. O Hazretin yemekle meşgul olduğunu gördü. Hz.İmâm ın yiyeceğine dikkat edince; bir kâse su, bir miktar kuru arpa ekmeği parçaları, azıcık da tuzdan ibaret idi.

Arzetti ki:
-Yâ Emîr ül-mü minîn, siz gündüzleri bu kadar zahmet çekiyorsunuz. Geceleri de Tanrı ya ibâdet ile vakit geçiriyorsunuz, yiyeceğinizde bunlar. Bu size kâfi gelebilir mi?

Hz.İmâm-ı Ali buyurdu:
-Lâzımdır ki serkeş nefsi mümkün mertebe riyâzete alıştırayım, tuğyân (azgınlık) etmesin, diyerek bir şiir okudu.

Şiir in meâli şöyle idi:
Nefsini kanâata alıştır ve illâ kendi istihkakından fazlasını senden ister.

Hz.İmâm-ı Ali bu sade yemeği yer, ekseri günlerde de oruç tutardı. Hz.Ali nin giyeceği de yiyeceği gibi sadeydi.

İbn-i Cevzi anlatıyor:
Hz.Ali nin şalvarı sert idi, gömleği de kıldan idi. Halbuki Şam dan gayri bütün Müslüman toprakları onun elindeydi.

Hz.İmâm-ı Ali elbise ve ayakkabısını kendi yamardı. Diğer işlerini de ekseriya kendisi görürdü.

Hz.Ali buyururdu ki:

Ben sizin imâmınız ve halîfeniz olduğuma göre, fukaranın perişanlığına ortak olmuş olmalıyım. Öyle yemek yiyeyim, öyle elbise giyeyim ki en fakir kimse beni görünce kendi fukaralığına sabretsin. Ben biliyorum, benim gibi kimse yapamaz. Fakat imâmlıkta memurum, siz de benim gittiğim yoldan gidiniz.

Bilgi ve Hikmeti
Dünyada ,dost ve düşmanlar arasında bilgisinin üstüne kimse yoktu. Zebûr u, Tevrât ı, İncîl i ve Kur ân-ı Kerîm i ezbere bilir, birkaç lisan konuşurdu.

Tarihçiler diyorlar ki:
Hz.Resûl, bir gün Hz.İmâm-ı Ali nin pazusunu tuttu. Yüksek sesle buyurdu:
Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır. Kim ilim arıyorsa onun kapısına uğrasın, o kapıdan bana gelsin.

Hz.Ali ye suâl sordukları zaman, her suâlin cevâbını derhal verirdi. Zira ilhâm vesilesi ile hulûlîyyetle irtibatı vardı.

İbn-i Ebil Hadit ve İbn-i Meysem diyorlar ki:
Bütün İslâm ilimleri Ali den çıkıyor.

Hz.Ali, ilim ve bilgiyi her sınıftan üstün tutardı. Buyururdu ki:
Fazîletlerin başı ilimdir der ve halkı bilgiye teşvik ederdi.

Yine buyururdu ki:
İlim maldan hayırlıdır.

Dâimâ isterdi ki karşısına bir kemâl sahibi çıksın. Onunla derdi dil etsin. Bilginin müşkül taraflarını onunla paylaşsın.

Bu kadar alîm olan Hz.İmâm-ı Ali diyor ki:
Her kim, bana bir harf öğretse, ben ona kul, köle olurum.

İmanı ve İbadeti
Nefsin en büyük fazîleti, ulûhiyyet makamına tâzim ve sitayiştir. Nefsi ıslah etmek lâzımdır. İbâdetin neticesi, nefsi kötü alışkanlıklardan çeker. En iyi ibâdet sırf Allah ın rızâsı için yapılan ibâdettir. Cenâb-ı Hak Kur ân-ı Kerîm de; «Mertlerin en iyisi takvâ sahibi olandır» diyor. Takvâ ile süslenen imâm, hakiki imâmdır.

Hz.İmâm-ı Ali de; îman, takvâ, ibâdet eksiksiz vardı. Hz.İmâm-ı Ali tam bir aşk ile ibâdet ederdi. O hakiki aşıktı. Münacaat ettiği zamanlar ve namaz ile meşgul olunca; ekseriya kulakları işitmez, gözleri de görmezdi, çünkü fikren başka şeyle meşgul olmazdı. Her şey onun nazarında unutulur, gerçeği gören gözleri ancak Allah a müteveccih olurdu.

Meşhurdur ki; bir savaşta, bir ok ayağına batmıştı, çok eziyet ediyordu. Oka el sürülünce çok acı veriyordu, bu sebepten çıkaramıyorlardı.

Cerraha dedi ki:

-Ben namazda iken oku çekiniz.

Namaza durdu, secdeye vardığı zaman oku birden çektiler ve çıkardılar Hz.Ali de ağrı duymadı.

Secdeleri uzun sürerdi, secdede iken bazen gözünden yaş dökülürdü. Savaş esnasında bile namazdan gaflet etmezdi.

Bir çok kimseler, cennet için Allah a ibâdet ederler. Bu konu da Hz.Ali diyor ki:
Yâ Rabbî! Ben sana cennet için değil, cehennem korkusu için de ibâdet etmiyorum. Belki seni tapınmağa lâyık olarak tanıdığım için ibâdetimi yapıyorum.

Hz.İmâm-ı Ali nin fikri, zikri ve hareketleri, gerçek yol içindir. Her ne tarafa baksa Allah ı görürdü ve buyururdu ki:

Hiçbir şey görmedim meğer ondan evvel ve onunla, ondan sonra gördüğüm hep Cenâb-ı Hak tır.

Hz.İmâm-ı Ali diyor ki:

Görmediğim Allah a ibâdet etmedim, tapmam.

Hz.İmâm-ı Ali nin ibâdeti, yalnız oruç ve sair farzlar değildi. Belki bütün hareketleri ibâdet idi.

Fasâhât ve Belâgatı
Bir mert; söz söylemedikçe, konuşmadıkça, onun yapı ve hüneri gizli kalır. Hz.İmâm-ı Ali nin fasâhâti, bütün Arap fasîhlerini hayrete düşürmüş, ona Sözün emîri adını vermişlerdir.

Ferman yazmak, Arap ediplerinin ikrârınca onun hutbelerinden elde edilmiştir. Hz.İmâm-ı Ali nin sözleri öyledir ki, cümleler arasında mantıki bir irtibat mevcuttur. Hz.İmâm-ı Ali nin hatırına gelen matlablar, dilinden tatlı bir şekilde dökülür akardı.

Hz.İmâm-ı Ali nin fasâhât ve belâgatini tam olarak anlayabilmek için, eşsiz söz ve hutbelerinin kâleme döküldüğü; Nehc ül-Belâga eserinin tamamını okumak gerekir.

Adaleti ve Gerçeği İsteyişi
Hz.İmâm-ı Ali hak ve hakikatı isteyen bir kişi idi. O dâimâ hak ve adâleti nazara alırdı. Kendi çocuğunu, siyah bir habeşi ile bir tutardı. Günah sahibine ve sitem yapanlara şiddetli ceza verirdi. Mazlûmların hakkını alarak kendilerini memnun ederdi. Zayıflar ve bî-çareler benim gözümde azizdirler. Baş kaldıran sitem sahipleri ve kuvvetliler, benim yanımda zayıftırlar derdi.

Hz.İmâm-ı Ali nin, hükümetinin esası; adâlet ve takvâ payesine dayanmıştır. Talha ve Zübeyr, Hz.İmâm-ı Ali nin hilâfeti zamanında servet sahibi idiler.
Hz.İmâm-ı Ali onlara sordu:

-Sair halktan kendinizi üstün görmenizin delili nedir?
-Ömer İbn-i Hattab, hilâfeti zamanında bize diğer halktan daha fazla para verirdi.
-Peki Peygamber zamanında size verilen para ne kadardı?
-Sair halk gibi idi.
-Bugün de alacağınız sair halk gibi olacak.
-Fakat biz hizmetler ettik.
-Benim hizmetlerim, sizin tasdikiniz ile herkesten daha fazladır, ayrıca bugün halîfeyim, fakat kendim ile en fakir adam arasında bir imtiyazım olacağına râzı değilim.

Hz.Ali, halîfeliği döneminde; Abdullah bin Abbas a hitaben yazıyor:

Ey Basra fermandarı, seni kökten ve necattan doğru bir insan biliyordum. Bununla beraber işittim, memleket dahilinde ben cengi cidal ile meşgul iken, sen de fırsatı gânimet bilerek Müslümanların mallarını yağmaya kalkmışsın. «Beyt ül-mâl»dan, altın ve gümüş sikkeler ele geçirmişsin. İhtiyarlık için Hicaz a göndermişsin. Yazıklar olsun sana ey Abbas ın oğlu. Kocasız kadınların ve yetimlerin, fakirlerin hakkı olan bu parayı kendine nasıl sarf edeceksin? Mahşer gününün hesabından, Allah ın azâbından korkmadın mı?

Hz.İmâm-ı Ali adâleti ile meşhur idi. Bütün hayatı boyunca kimseye zulüm yapmamıştı. Hatta kendi kardeşinin, akrabalarının tarafını tutmamış, bütün Müslümanları bir seviyede tutmuştur.

Bir gün mahkemeye düştüğünde Hakime:

Adâletle hüküm ver, benimle davacım arasında hiçbir fark koyma demiştir.

Hz.Ali insanlara adâlet ile muamele yapmış, devlet hazinesinin bir kuruşunu kendisine veya yakın uzak akrabasına sarf etmemiştir.

Hz.İmâm-ı Ali nin, adâleti bu şekilde idi.

Affı ve Acımaları
Hz.İmâm-ı Ali şefkat ve merhamet sahibi, büyük bir âtıfaya mazhar idi. O; çalışır, iş görür, zahmet çeker, sonunda kazandığı paranın cüz i bir kısmını evine harcar, geriye kalan büyük kısmını da kimsesizlere, çaresizlere sarf ederdi.

Hz.İmâm-ı Ali, yetimlerin babası idi. Dul kalmış bî-çare kadınların ve ihtiyarların yardımına koşar, sanki sahipleriymiş gibi onlar için çalışırdı. Takattan düşenlerin ellerinden tutar, zayıfların yardımlarına koşardı.

Hilâfeti zamanında, geceleri karanlıkta dışarı çıkar; hurma, ekmek, unu fakirlere, dullara, yetimlere götürür ve dağıtırdı. Fakat kendisini asla kimseye tanıtmazdı. Yiyecekleri alanlar onun kim olduğunu bilmezlerdi. Ekseriya bunları çuvala doldurup sırtına alır götürürdü. Namazda şehit edildiği gece yüzlerce ev, erzaksız kalmıştı. O vakit, o tanımadıkları yiyecek getirip dağıtanın, Hz.İmâm-ı Ali olduğunu anladılar.

Hz.İmâm-ı Ali; kerim, necîb, asîl ve merhametli idi. Onun affı, göz yumması ve merhameti sonsuzdu.

Hz.Ali, dâimâ askerlerine derdi ki:
-Düşmanı kovalamayınız, onların yaralananlarının yarasını sarınız, esirlerini tedavi ediniz.

Cemel savaşında, düşmandan ölenlerin de cenaze namazını kıldı. Kendi katili için şöyle buyurdu:
-Onu idare ediniz. Aç ve susuz bırakmayınız, eğer ben sağ kalırsam, ondan sarfınazar ederim. Ölürsem, bir kılıçtan fazla ona vurmayınız.

Hiç yorum yok: