KARTMİN

15 Şubat 2010 Pazartesi

BÖLGEMİZİN VE KARTMİNİN TARİHİ


Bölgemizin Tarihi
Öte yandan IX. yüzyıla gelindiğinde ise Rebi’dan sayılan Bekr b. Vail kabilesine mensup muhtelif guruplar, Yukarı Dicle havzasında daha fazla yayıldılar ve kırsal kesim dışında fethedilen şehir, kasaba ve kalelere de yerleşmeye başladılar. Hatta bu yoğunlaşmanın neticesi olarak bir süre sonra Bekrî Arapları’nın ekseriyetini teşkil eden Şeybân kabilesine mensup aşiretlerin reisi Ebu Musa İsa b. Şeyh, Abbasi halifesi el-Mu’temid’e isyan ettikten sonra Amid’i merkez edinerek Meyyâfârikîn ile Mardin’i de içine alan bölgede otuz yıl süren (256–286/869-899) bağımsız bir emirlik dahi kurmuştu. Bu gelişmelerden sonra Bekr kabilesinin işgal ettiği bu yerler, kabilenin mensup olduğu Rebîa reisinin yurtlarından ayrılarak, Bekri aşiretlerin yurdu anlamına gelen Biladu Bekr veya Diyâr-ı Bekr isminde ayrı müstakil bir idari birim haline getirildi. Bu yeni idari bölgenin merkezi şehri Amid olur iken diğer şehirleri ise; Meyyâfârikîn, Erzen, Mardin, Hısn Keyfa ve Siirt dir. Buradan da tarihi coğrafyasını incelemeye çalıştığımız Tur Abdin’in Diyar-ı Bekr içerisinde sayıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu konuda elimizdeki en erken tarihli kaynak IX. coğrafyacılarından el-Hemdanî olup müellif, Diyar-ı Bekr’in güney sınırının Tur Abdin’den başladığını belirterek buranın Bekri aşiret guruplarından Şeybaniler’e ait olduğunu söylemek suretiyle bu durumu teyit etmektedir[5]. Böylece X. yüzyıldan itibaren el-Cezire; Diyâr-ı Rebîa, Diyâr-ı Mudar ve Diyâr-ı Bekr mıntıkalarından müteşekkil bir bölgenin adı olmuştur ki bu durum ortaçağın sonuna kadar devam edecektir[6]. (Bk. Harita 4)IX. yüzyılın sonlarından itibaren bölgenin tarihi, Hariciler ve özellikle de Bizans’la yaptıkları mücadelelerde öne çıkan Hamdanoğulları(905–1004)’na bağlıdır. Tur Abdin’in güneyinde uzanan düzlüklerde yaşayan büyük Arap aşiretlerinden Tağliboğulları’na mensup bir hanedan olan Hamdaniler, Halep ve Musul merkezli emirlikler kurarak bir asra yakın bir süre neredeyse el-Cezîre’nin tek hâkimi olmuşlardır[7]. Bu döneme ilişkin olmak üzere Tur Abdin’in tarihi coğrafyasına dair fazlaca bir bilgiye sahip değiliz. Ancak güney hududunda bulunan Hatem Tay kalesinin bu sırada yeniden inşa edilerek Heysem Kalesi adını aldığını biliyoruz[8]. Bu isim muhtemelen kaleyi inşa eden/ettirene izafeten verilmiş olmalıdır. Öte yandan bu dönemde bilhassa Mardin ve Meyyâfârikîn önemli gelişme kaydeden iki mevki olarak dikkat çeker. Bunlardan Tur Abdin’i de ilgilendirmesi açısından Mardin, Musul ve Halep arasındaki bağlantıyı sağlayan konumuyla, stratejik bir öneme haizdir. Nitekim günümüze kadar varlığını devam ettiren meşhur Mardin kalesi bu dönemde inşa edilmiştir[9]. Hamdaniler’in ardından Tur Abdin, Meyyâfârikîn merkez olmak üzere Diyâr-ı Bekr bölgesinde yaklaşık bir asır (984–1085) hakimiyet sürecek olan Mervaniler’in eline geçer. Mervanoğulları Sünni bir İslâm emirliği olup hanedanın temellerini el-Cezîre’nin kuzeydoğu hududundaki dağlık bölgelerde yaşayan Harbuhti Kürtlerinden Bad lakaplı Ebû Şûca Abdullah Hüseyin atmıştır. Bu dönemde Tur Abdin, Mervanoğulları ile Nusaybin ve Ceziret İbn Ömer’den Musul’a kadar uzanan toprakların yeni hâkimi bir başka Arap aşireti Şii Ukayloğulları (990–1096) arasında tampon bölge vazifesi görmektedir. Hatta XII. yüzyıl müelliflerinden Silvanlı İbnü’l Ezrak’ın ifadelerinden, iki emirlik arasındaki sınırın Midyat’ın güneyindeki Subaşı mevkiinden başladığı anlaşılmaktadır ki aynı müellif burada Balûsâ adında bir sınır kalesinden de bahsetmektedir[10].

Daha sonra bölgen Türklerin hâkimiyetine girmiştir. Bununla ilgili tarihi belgelere ulaşmak zor olmadığından ayrıntıya inmiyoruz. Bölgedeki Mıhallemiler (Midyat ve çevresindeki Araplar) ile ilgili tarihi gerçeklere dönelim.


Midyat ya da Tur Abdin dendiğinde akla ilk gelen ve hâlihazırda da bölgenin en eski sekenelerinden birini teşkil eden Mehalmi/Mehallemiler’in kökenine ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunmak yerinde olacaktır. Zira Arapça konuşan Müslüman topluluklardan biri olan Mehalmiler’in kökeni konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir[11]. Bunlar içerisinde en dikkate değeri, Antakya Süryani patrikliği de yapan Mor İgnatiyos I. Afrem Bet-Barsavmo(1887–1957)’nun Tur Abdin’deki Süryani Ortodoks Kilise ve Manastırlarındaki bazı günlüklerden derleyerek 1924 yılında telif ettiği Tur-Abdin Tarihi adlı eserinde yer alan ifadelerdir. Buna göre Mehalmi kabileleri (metinde “Mhalmoye” ya da “Muhallemi” olarak geçmektedir), aslen Süryani-Ortodoks olup, 1609 ya da 1583 yılı civarında Müslüman-Türk bölge idarecilerinin artan baskıları neticesinde İslam’a geçmek zorunda kalmışlardır[12]. Dolayısıyla buradan hareketle yine müellifin ifadesine göre Mehallemilerin Müslümanlığının üç yüz yıldan öteye gitmesi mümkün gözükmemektedir[13]. Öte yandan müellif bu değerlendirmeleri yaparken Süryani kökenli olduklarını iddia ettiği bu topluluğa neden Muhallemi dendiği konusunda herhangi bir açıklama yapmamaktadır. Hâlbuki baskıyla Müslüman oldukları iddia edilen tarihten en az iki asır önce yazılmış kaynakların verdiği bilgiler dahi yukarıdaki ifadeleri tekzip eder mahiyettedir. Zira X. yüzyıl İslam coğrafyacılarından İbn Hurdazbih’in Arap Rebia aşiretleri içinde saydığı بالمهلبيه kaydını[14] bir tarafa bırakırsak, XV. yüzyıl başlarında Hısn Keyfâ’da yazılan Arapça bir kronik[15] Mehalmiler’in, bölge güçlerinden Artuklu ve Eyyubiler’le olan ilişkilerine işaret etmekte hatta XIV. yüzyıl başlarında liderleri Mesud idaresinde Hısn Keyfâ Eyyubi Melikliğinde önemli roller üstlendikleri göstermektedir[16]. Üstelik Mehalmiler’in bölgedeki Müslüman güçlerin içersindeki konumuna dikkat çeken benzer ifadeler, aynı yüzyılda yazılan anonim bir Süryani kroniği tarafından da teyit edilmektedir[17].


Aslında Mor Afrem’in eseri dikkatlice incelendiğinde Mehalmiler başta olmak üzere bölge tarihiyle ilgili eserde pek çok çelişkili ifadelerin yer aldığı görülecektir. Nitekim Mehalmilere yakıştırılan İslamlaşma konusundaki birbiriyle çelişen rivayetler eserin yayıncısı tarafından da vurgulanmaktadır[18]. Buradaki ifadelerden, belirtilen tarihte Süryani cemaati içerisinden kitlesel olarak İslam’a bir geçiş yaşandığı anlaşılmakta ancak bu Mor Afrem’in iddia ettiği gibi Müslüman yöneticilerin baskısı ile ilgili olmayıp cemaat içindeki uygulamalar duyulan tepkinin sonucu olarak gerçekleşmiştir.


[1] Belâzurî, Fütuhu’l-büldan, Çev. M. Fayda, Ankara 1987, s. 252; İbnü’l-Fakih, Kitâbu’l-buldân, (nşr. Y. Hadî), Beyrut 1996, s. 125-126; İbnü’l-Esir, el-Kamil fi’t-târîh, Çev., A. Ağırakça, İstanbul 1987, II, s. 488-89; Yâkût, II, s. 561.

[2] Bazı araştırmacılar, IX. yüzyıl müelliflerinden Vâkidî (öl. 823)’ye nispet edilen Fütuh kitaplarında yer alan Hısn Luğûb’un Fethi başlığından hareketle (Bk. Fütuhu’ş-Şam, II, s. 104; Fütuhu’l-Cezire ve’l-Habur ve Diyar’ı-Bekr ve’l-Irak, nşr. A. Feyyaz Harfuş, Dımaş 1996, s. 197-198) burada anlatılanları Hasankeyf ile ilişkilendirmekteyseler (bk. Bahri Zengin, Hasankeyf Tarihi ve Tarihi Eserleri, İstanbul 2001, s. 30-31) de söz konusu Fütuh kitaplarının sıhhati konusunda ciddi şüpheler bulunmaktadır. Nitekim konunun uzmanlarından Ramazan Şeşen’e göre Vakidi’nin Fütuh kitapları günümüze gelmemiş olup ona nispet edilen mevcut Fütuh kitapları ise başta XIII. yüzyılda yaşamış Ebu’l-Hasan el-Bekrî olmak üzere çeşitli kıssacılar tarafından meydana getirilmiş sahte serlerdir. (bk. R. Şeşen, Müslümanlarda Tarih ve Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 30)

[3] Belâzurî, s. 255-256.
[4] M. Canard, Historie de la Dynastie des H’amdanides de Jazîra et de Syrie, Paris 1953, I, s. 77; a. mlf., “al-Djazira”, EI2 , II, s. 536-537; Le Strange, s. 84.

[5] el-Hemdânî, Kitâbü sıfati Cezîretü’l-Arab, (nşr. F. Sezgin), Frankfurt 1993, s. 246-247; ayrıca bu konuda geniş bilgi için bk. Adnan Çevik, XI-XIII. Yüzyıllarda Diyar-ı Bekr Bölgesi Tarihi, MÜTAE., Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2002.

[6] Makdisî, s. 122; Ebu’l-Fida, s. 273; Yâkût, II, s. 561-562; İbn Şeddâd, el-Alâku’l-hatira fi zikri ümerâ’i-Şam ve’l-Cezire, III/I, (nşr. Y. Abbare), Dımaşk 1978, s. 4-5; Kalkaşandî, Subhu’l-a’şâ fi sınâ’ati’l-inşâ’, IV, Kahire 1910, s. 314;

[7] Bu hanedan hakkında geniş bilgi için bk. M. Canard, a.g.e.; M. Sobernheim, “Hamdaniler”, İA, V/I, s. 179-182.

[8] Mor Ignatiyos I. Afrem, a.g.e., s. 15.

[9] İbn Havkal, Kitabu Sûretü’l Arz, (nşr. M. J. de Goeje), Beyrut ts, s. 214.

[10] İbnü’l-Ezrak, Târîhu Meyyâfârikîn ve Amid, (Mervaniler kısmının neşri: B.A. Avad, Tarihu’l-Fârikî ed-Devletil-Mervaniye), Kahire 1959, s. 211.

[11] Bk. M. Streck, “Tûr Abdin”, İA, XI/II, s. 100; Bölge halkı arasındaki yaygın rivayetlerden birine göre; Mehalmi tanımlamasının aslında Abbasi halifelerinden Harun Reşid döneminde bölgeye yerleştirilen yüz Arap aşiretine nispetle başka bir deyişle onların yerleşim alanlarına atıfla ortaya çıktığı şeklindedir. Buna göre “mahal” Arapça yer, mekân, yerleşim alanı demek olup “mi’e” de yine Arapça da yüz demektir böylece “Mahalmi” bu aşiretlere işaret eden “yüz mahal” anlamına gelmektedir.

[12] Müellifin bildirdiğine göre baskıdan kurtulmak için Müslüman olan Muhallemi kabilelerinden bazıları şunlardır; Astel (Etsel), Rasidiye (Raşidiye, Üçkavak), Makasiniye (Mekeşiniye), Şawro (Savur), Ahmadiye (Ahmediye, Başkavak), Reşmel (Rışmıl, Yeşilli), Qabala ve Lastiye (Leştiye). (bk. A.g.e., s. 56)

[13] Mor İgnatiyos I. Afrem, a.g.e., s. 56; Öte yandan aynı eserin yayıncı tarafından yapılan “önza

[14] İbn Hurdazbih, el-Mesalik ve’l-Memalik, (neşr. M.J. De Goeje, Bibliothec Geographourum Arabicorum), Brill 1889, s. 126-127.

[15] Bk. Dipnot 58

[16] Hısn Keyfâ Vekayinamesi, 20v, 32v, 47v. nakleden C. Cahen, a.g.m., s. 89-90

[17] C. Cahen, a.g.e., 90; Söz konusu Süryani kroniğinin yazması Oxford Bodlien 167’de bulunmakta olup bu yazma üç bölümden müteşekkildir; ilki, Diyarbekir bölgesine yapılan Hun, Pers ve Moğol yağmaları adını taşımakta olup 1394-1402 yıllarını kapsamaktadır. İkincisi, Timur Hanın Tur Abdin saldırıları adını taşıyan 1395-1403 yılları arasını, üçüncü ve sonuncu kısım da 1394-1493 yılları arası olayları konu edinmektedir. İlk defa Bruns tarafından 1790 yılında Lien’de d’Appendix ad Chr. Bar Hebraei dans le repertorium für bibl. Und morg. Litteature adı altında yayınlanan kronik 1838 yılında Behnch tarafından tekrar neşr edilmiş olup Barhebreus (Ebu’l-Farac)’ın Vekayinamesinin zeyli olarak ta bilinmektedir.

[18] Bk. “Nisin’den” bölümü

58 Bu süreç hakkındaki en önemli kaynaklardan biri aynı zamanda adı geçen Eyyubi hanedanın da tarihi olan, Hısn Keyfa Eyyubi hükümdarı el-Melik el-Adil Fahreddin Süleyman’a ithaf edilen ve literatürde Hısn Keyfâ Vekayinamesi olarak da bilinen Hasan bin İbrahim el-Münşi (öl. 822/1419?)’nin Nuzhat’un-Nazir ve Rahatu’l-Hatiradlı eseridir. XIV. yüzyıl Güneydoğu Anadolusu için son derece önemli bir kaynak olan eserin elimizdeki tek nüshası Viyana Milli Kütüphanesinde (Mxt. 355) bulunmakta olup henüz yayınlanmamıştır.
Cumartesi, 14 Mart 2009 12:13

KARTMİN’in içinde bulunduğu Midyat-Mardin çevresinin-ki bu bölge Tur Abidin olarak tarihte geçiyor- tarih boyunca birçok devletin hâkimiyetine girmiş-çıkmıştır. Bu bölgeye sahip olma arzusu özellikle Bizans ile Sasaniler arasında uzun süren savaşlara neden olmuştur. Bölgede bulunan birçok kale bu süreçte inşa edilmiştir. Biz bölgedeki Arap varlığının ne zamana kadar dayandığını araştırdık ve size sunmak istiyoruz. Bu çalışmada bize yardımcı olan Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi sayın Yrd. Doç.Dr. Adnan ÇEVİK’e teşekkür ediyoruz. Aşağıda bölgenin tarihini bilimsel belgelere dayalı olarak sunuyoruz. Daha detaylı bilgi için “Midyat ve Bölge Tarihi” adlı dosyayı indirebilirsiniz.



Tur Abdin’in de içerisinde yer aldığı Yukarı Mezopotamya –ki artık el-Cezire adıyla anılacaktır-, Hz. Ömer döneminde fethedilmiştir. Bu dönem; devrin en büyük iki gücü olan Bizans ve Sasaniler’e karşı doğu, batı ve kuzey istikametlerinde olmak üzere üç koldan büyük fetihlere girişildiği bir devre karşılık gelmektedir. Daha Hz. Ömer’in hilafetinin beşinci yılında Suriye ve Irak’ın İslâm orduları tarafından fethedilmesi, Hıms ve Kufe merkezli iki büyük ordugâh arasında kalan ve bu sırada mukavemet edebilecek ciddi hiçbir askeri gücün de kalmadığı anlaşılan Yukarı Mezopotamya’nın fethi kaçınılmaz bir hale getirmiştir. Nitekim Hz. Ömer de Suriye valisi Ebu Ubeyde’nin vekili Iyaz b. Ganm’i 639 yılı sonlarına doğru el-Cezire valiliğine getirmek suretiyle bölgenin fethiyle görevlendirir. Emrindeki 5000 kişilik orduyla Suriye’den harekete geçen Iyaz, sırasıyla Rakka, Harran, Ruha(Urfa) Sümeysat ve Suruç’un fethini tamamlayarak Resü’l-Ayn önlerine gelir. Bölgedeki iki Bizans garnizonundan birinin bulunduğu -diğeri Nusaybin’de dir- şehir, kısa bir direnişten sonra teslim olur. Ardından kuzeye yönelen Iyaz, Yukarı Mezopotamya’nın en önemli şehirlerinden Amid ve Meyyafarikin’i fethettikten sonra tekrar güneye dönerek Nusaybin önlerine gelir ki bu arada Mardin de fethedilmiştir. Tıpkı Resü’l-Ayn’da olduğu gibi Nusaybin’de bulunan Bizans garnizonu da Müslümanlara direnmeye çalışmışsa da kısa süre sonra bunun beyhude bir çaba olduğunu görerek şehri teslim etmek zorunda kalmıştır. İşte Tur Abdin’in fethi de bundan sonra gerçekleşir ki tarih 20/640 yılı ortaları olmalıdır[1]. Fethin mahiyetine ilişkin hiçbir bilgiye sahip değiliz ancak fethin Tur Abdin’de bulunan kalelerin teslim alınması şeklinde gerçekleşmiş olduğunu tahmin edebiliriz. Nitekim kaynakların zaman zaman Hatem Tay kalesi için “Tur Abdin Kalesi” adını kullandıklarını da belirtelim. Öte yandan kaynakların hiçbirinde Hısn Keyfa’nın fethine dair bir bilginin geçmiyor olması da ilginçtir[2]. Ancak bu tarihte henüz küçük bir kale olan Hısn Keyfa’nın da Tur Abdin’in fethiyle birlikte teslim alınmış olması kuvvetle muhtemeldir. Tur Abdin’in ardından kuzeye yöneldiği anlaşılan Iyad, Erzen, Bitlis ve Ahlat’ı fethettikten sonra Suriye’ye geri dönmüştür. İslâm kaynakları el-Cezire’nin tamamının bir yıl (20/640) gibi kısa bir süre içerisinde fethedildiği konusunda ittifak halindedirler. Yine kaynakların ifadelerine göre birkaç şehir dışında İslam ordularına direnen olmamış ve bölge sulhen fethedilmiştir. Esasında bütün bölgenin asli etnik unsurunu teşkil eden Monofizit inanışlı ve bu inançlarından dolayı takibata uğrayıp zamanla bölgeye kadar gelip burada yerleşen Süryaniler ile yaklaşık iki asırdan beridir Tur Abdin’in güneyindeki düzlüklerde yaşayan Araplar, uzun zamandır Bizans ve İran cihetinden gördükleri tazyikler neticesinde, tedirgin bir vaziyette Bizans-Sasani mücadelesinin sonunu beklemekteydiler. Nitekim bu beklentiler de yeni dinin, İslam’ın ortaya çıkmasıyla Bizans ve Sasani imparatorluklarından birinin tamamen tarih sahnesinden silinmesi, diğerinin de bir daha geri dönmemecesine bölgeden çıkarılmasıyla son bulmuştur. Dolayısıyla bölge halkının İslam ordularına karşı herhangi bir direniş göstermemesi bu fethi kendileri için de bir kurtuluş olarak gördükleri anlamına gelmektedir.


el-Cezire’nin İslam orduları tarafından fethi, doğal olarak peşinden bölgeye yönelen yoğun bir göç hareketini de beraberinde getirir. Bu çerçevede ilk halifelerin yürüttükleri sistemli İslâmlaştırma-Araplaştırma siyasetini göstermesi açısından Belâzurî’de yer alan şu kayıt dikkat çekicidir;

“Muaviye, Osman b. Affan’ın Şam ve el-Cezîre valisi olunca, halife ona, Arapları, şehir ve köylerden uzak yerlere indirmesini ve hiç kimsenin üzerinde hakkı bulunmayan toprakları işgal etmelerine izin vermesini emretti. Bu emir üzerine Muaviye, Temim, Rebîa, Kays, Esed ve başka kabilelerden meydana gelen zümreleri de el-Mazihin ve el-Müdeybir’e yerleştirdi. Diyar Mudar’ın bütün bölgelerinde aynı şeyi yaptı; Rebîa kabilesi mensuplarını da kendi yurtlarına aynı şekilde yerleştirdi. Ayrıca şehirleri, köyleri ve silah yerlerini koruyacak ve muhafaza edecek maaşlı kimseleri görevlendirdi; onlara valilerini tayin etti”[3].

el-Cezîre’deki Arap varlığının eski çağlara kadar dayandığı bilinmektedir. Araplar yüzyıllar boyunca çeşitli sebeplerle güneyden, Hicaz yarımadasından kuzeye Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki topraklara göç etmişlerdir. Bu göçlerden en büyüğü ise İslâm fetih dalgalarının gelmesinden yaklaşık bir asır kadar önce, Bahreyn ve Yemame bölgesinde meskûn Adnanî kabilelerinden Rebîa ve Mudar’a bağlı aşiret guruplarınca gerçekleştirilmiştir. Bu aşiretler İslâm öncesi Sasani yönetimi altında daha ziyade güneyde Basra ve Kufe bölgelerinde yaşarken, İslâm öncesinden başlayarak fetihlerle birlikte kuzeye, Yukarı Mezopotamya’ya yayılıp buraları kendilerine yurt edinmişlerdir. İşte İslâm’ın zuhurundan hemen önce başlayan ve fetihlerle de hızlanarak devam eden kabile göçleri neticesinde el-Cezire, bir süre sonra bu aşiretlerin yerleşim bölgelerini gösteren ve yine bu aşiretlere nispet edilen Diyâr-ı Rebîa ve Diyâr-ı Mudar adında iki idari mıntıkaya ayrılır. Bunlardan Diyar-ı Rebia, merkezi Nusaybin olan ve Sincar, Re’su’l-Ayn, Beled, Dara, Habur, Ceziret İbn Ömer, Mardin, Amid, Meyyâfârikîn ve Erzen şehirlerine şamil iken, Diyar-ı Mudar’da merkezi Harran olan ve Urfa, Rakka ve Suruç’u kapsayan bir bölgeyi ifade etmektedir[4

Hiç yorum yok: